YAŞAR KAPKARA
  İSLÂM AHLAKI
 

K O N U L A R:

1- AHDE VEFÂ
2- DÜNYA HAYATI

2- İHLAS


1-AHDE VEF  

İslam ahde vefayı ve akitlere riayet etmeyi imanın gereği kabul etmiş, Müslümanlardan sözlerine sadık kalmalarını emretmiştir.

           Değerli Mislimanlar!

           Öyle ise ahd nedir?

Ahd: Vaad etme, peyman, misak ve vasiyet gibi anlamlara gelmektedir.

İki taraf arasında yapılan sözleşmelere de ahd denir. Ahd yapmanın yani ahidleşmenin insanlar arasında inşa edilen biçimine  “muâhede” denir.

 

Ahd, aynı zamanda yemin ve kesin söz anlamında da kullanılmaktadır. Yemin, ahdin dinî yönünü, söz verme ise, ahlâkî boyutunu ihtiva eder. Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdin hükümlerini muhtevi olduğundan dolayıdır ki, Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd adı verilmiştir.

          Kıymetli Dostlar!

          Gelelim Vefaya,

Vefa: Sözünde durmak, ödemek, geçmişteki bir hukuku unutmamak, sırt dönmemek gibi anlamlara gelmektedir. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelir. Bu yüzden de  Ahde Vefa, Kurân ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir.

Kurânda ahde vefa yani sadakat imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalanlara hesapsız ecirler vaad edilirken, Allah’a karşı ahitlerini hiçe sayanların ise âhirette nasipsiz olacakları haber verilmiştir.

 

اِنَّ الَّذينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّهَ يَدُ اللّهِ فَوْقَ اَيْديهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلى نَفْسِه وَمَنْ اَوْفى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّهَ فَسَيُؤْتيهِ اَجْرًا عَظيمًا

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur.  Allah’a verdiği sözü yerine getirene,  Allah büyük bir mükâfat verecektir. ” (Fetih, 48/10 )

 

اِنَّ الَّذينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَليلًا اُولئِكَ لَاخَلَاقَ لَهُمْ فِى الْاخِرَةِ وَلَايُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Al-i İmrân, 3/77  )

 

Yine ahdine vefa göstermeyenler bozguncular (müfsidler) olarak nitelendirilmişlerdir:

 

اَلَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ 

“Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşeri ve ahlâki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/27)

 

         Yine aynı kişilerin durumları Rad Suresinin 25. Ayeti Kerimesinde şöyle anlatılmaktadır:

وَالَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ

“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.“ (Ra’d, 13/25 )

 

         Evet, lanetlenmiş ve cehenneme sürülmüş olmak.

 

Muhterem Kardeşlerim!

 

Ahde Vefa, insanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için yegane garanti vasıtasıdır. Bu yüzdendir ki,  Allah Teâlâ, Kur’an’da, insanların toplumsal hayatlarının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin ve de verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerini istemiştir.

 

Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kurân-ı Kerîm, gerek insanlar arası ve gerekse toplumlar arası ilişkilerde ahde vefaya ayrı bir önem atfetmiştir. Başka bir ifadeyle Kur’ân-ı Kerîm, ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri olarak telakki etmiş, Allah ile insan ve insan ile insan  arasındaki ilişkilerin asli unsurlarından saymıştır.

 

Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz, ahde vefayı müminler için imanın esası ve faziletli yaşamın ön şartı kabul etmiştir.

        

Vefa imandandır, vefası olmayanın imanı olmaz demiş söz sahibi, ‘kıyamet gününde her vefasızın başına bir bayrak dikilir, bu vefasızlık etmiştir diye alem halkına ilan edilir’ buyurur Alemin Efendisi. (Ebu Saidi’l-Hudri Radıyallahu Anh rivayetiyle)

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِ

“Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin.” ( Mâide,5/1 )

 

Akit, sözleşme demektir. Kelime burada, hem Kur’an’ın getirdiği iman esaslarını, Allah’ın emir ve yasaklarını, uygulanması gereken kuralları, hem de genel anlamıyla kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeleri, verdikleri sözleri kapsamaktadır.

 

Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır.  Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta;

 

وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَاقُرْبى وَبِعَهْدِ اللّهِ اَوْفُوا ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.” (En’am,6/152)

 

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ

“Allah’ın ahdini yerine getiriniz.” ( Nahl,16/91 ) buyurmaktadır.

 

Allah’a, insanlara ve uluslara verilen her söz ve taahhüt bir sorumluluğu gerektirir.  Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar:

 

وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلاً

“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.” (İsrâ, 17/34 )

 

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلاَ تَنْقُضُوا اْلاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً اِنَّ اللهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nahl,16/ 91 )

 

         İbnu Abbas Radıyallahu Anh demiştir ki: ”Ahdine kim vefasızlık edip bozarsa, ALLAH mutlaka ona bir düşman musallat eder.”  (Muvatta, Cihad 12)

 

وَلاَ تَكُونُوا كَالَّتِى نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِىَ اَرْبَى مِنْ اُمَّةٍ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَمَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

“Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.“  (Nahl,16/ 92 )

 

Ayetlerden anlaşıldığına göre, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir. Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek, ahlaksızca bir tutumdur.  Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir.  Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur.  Kısaca, bu âyetler, kişinin Allah’a olan inancından dolayı manevî, ahlâkî ve  toplumsal ilişkilerdeki sorumluluklarına işaret etmektedir. Aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelere, iş ve işlemlere iman açısından, Allah’ın cc şahid  olduğu, Allah’ın cc şahid olduğu iş ve işlemlerde de dürüst olunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Sonuç olarak ayetler, Müslümanın hayatın her anını ihsan içerisinde yaşamasının gerekliliğini vurgular.

 

Hz Peygamber de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz Peygamber şöyle buyurmuşlardır:

 

 “Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur.” (Ahmed b  Hanbel, Müsned, III, 135, 154, 210, 251 )

 

Kur’an’da, verilen sözün yerine getirilmemesi Allah katında en çirkin davranışlardan biri hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:

 

كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ, يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ 

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf,61/ 2-3 )

 

İşte bundan dolayı olsa gerek ki, Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir.

 

Verilen sözün yerine getirilmesi Kur’an’ın emridir.  Müslümanın sözü senettir.  Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. İnanan insan verdiği sözden caymaz.  Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilir.

 

 

Peygamberimiz buyuruyor ki:

قَالَ رَسُولُ اللّهِ: أرْبَعٌ  مَنْ كُنَّ فيهِ كَانَ مُنَافِقاً خَالِصاً. وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتّى يَدَعَهَا: إذَا أُؤْتِمِنَ خَانَ، وَإذَا حَدّثَ كَذَبَ، وإذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإذَا خَاصَمَ فَجَرَ

İbnu Amr İbni'l-As ra anlatıyor: Rasulullah sav buyurdular ki: "Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar."  [1] 

 

         Aziz Müslümanlar!

 

Yüce Allah cc Müminun Suresinde Mü’minlerin vasıflarını anlatırken şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِينَ هُمْ لاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

“Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Mü’minun, 23/8)

 

İnsan Suresinde de;

يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيرًا

“O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.” (İnsan, 76/7)

        

         Bir kişi geri vermemek niyeti ile borç alsa veya bedelini ödememek niyeti ile mal satın alsa ve bu durumda iken ölse, o kişi hain ve hırsızdır. (Ahmed bin Hambel; taberani)

 

Yüce Mevla’mız örnek gösteriyor:

 

وَاذْكُرْ فِى الْكِتَابِ اِسْمَعِيلَ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِيًّا

 

“Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resul, bir nebi idi.” (Meryem, 19/54)

 

Rabbinin nezdinde beğenilen İsmail Peygamber… Beğenilme özelliği de sözüne bağlılık…

 

عن عبداللّهِ بن أبى الحمساءَ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: بَايَعْتُ رَسُولَ اللّهِ . بِبَيْعٍ قَبْلَ أنْ يُبْعَثَ، وَبَقِيَتْ لَهُ بَقِيَّةٌ، فَوَعَدْتُهُ أنْ آتِيَهُ بِهَا في مَكَانِهِ، فَنَسِيتُ ثُمَّ ذَكَرْتُ بَعْدَ ثَثٍ، فَجِئْتُ فَإذَا هُوَ فِي مَكَانِهِ، فَقَالَ: يَا فَتَى لَقَدْ شَقَقْتَ عَلَيَّ أنَا ههُنَا مُنْذُ ثَثٍ أنْتَظِرُكَ

 

“Abdullah İbnu Ebi'l-Hamsa ra anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a daha bi'set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi. "Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni bekliyorum!" buyurdular." [Ebu Davud, Edeb 90, (4996) ]

 

Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin şu hareketi her türlü takdirin üstünde olsa gerek.

        

         Efendimizin hayatından bir örnek. Aleyhinde bile olsa sözünde durmak.

 

Ebu Cendel Hadisesi:

Hicretin 6  yılında (M  628) Allah Resulü ile beş yüz kadar ashabı, hac maksadıyla, yola çıkmıştı.  Yanlarında sadece basit birer kılıç vardı.  Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmemişlerdi.  Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi  Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada müşriklerle Hudeybiye antlaşma yapılmıştır.

 

Bu antlaşma maddelerinden biri de: "Müşriklerden Müslümanların saflarına geçecek erkekler iade edilecek "Müslüman olmuş ve Resûlullah'a iltica etmiş her erkek kâfirlere iade edilecekti.  Rasûlullah: "Bu olmaz!" dedi.  Kâfirlerin murahhası, onların heyetinin başı Süheyl ise: "Bu olmazsa anlaşma da olmaz.  Kılıçlarımızla üzerinize geliriz." diyerek diretti.  Allah Resûlü ısrar edince, Süheyl"de direnerek. "Ben imza atmıyorum" dedi. Resûlullah zahirde çok ağır olan bu maddeyi kabul etti.

 

Henüz müzakere bitmiş va fakat antlaşma yazılmamış, yürürlüğe girmemişti.  Tam bu sırada oraya Süheyl'in oğlu Cendel geldi. 17-18 yaşlarında bir genç… daha yeni Müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elleri ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden bin bir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerin şakırtısıyla kendini Allah Resulü'nün huzuruna attı.  "Merhamet Ya Resûlallah!" dedi. Vücudundaki mızrak, zincir, kırbaç, sopa yaralarını gösterdi. Allah Resûlü: "Ahitname daha imzalanmamıştır.  Ben bunu alıkoyacağım" deyince, Süheyl karşı çıktı  "Gördün mü Ya Muhammed! Anlaşmamıza göre Oğlumu bana teslim edeceksin!" dedi. Ne yapacak şimdi ufkun peygamberi… Bir söz vermişti, sözünden dönsün mü?

 

Peygamberimizin içi kan ağlıyor, vermek istemiyor, ama bir anlaşma var.  "Ya Cendel, ne yazık ki seni iade etmemiz gerekiyor.”  Babası oğlunun yakasından tutmuş, çekiyor, çekiyor… Cendel kafasını öbür tarafa çevirmiş, peygamberimizin yüzüne bakıyor. Ya Resulallah, beni geri mi gönderiyorsun? Ümitlenmiştim, bana sahip çıkacaksın zannediyordum.  Beni babamın, bu azgın insanların yanına mı gönderiyorsun, Ya Resûlallah, ben bu ümitlerle zincirlerimi kırmamıştım, bu ümitlerle kapıyı yarıklamamıştım. diyor ve ağlıyordu.  Hz  Peygamber ne yapayım ben antlaşama yaptım.  Antlaşma yaptığımdan dolayı geri gönderiyorum.  Mecburum  Demek antlaşma yaptın Ya Resûlallah, Sen mi git diyorsun gideceğim.  Yeter ki sen de gideceğim, Öl de öleceğim…

 

“Pekâla  Cendel git! Allah seni ve seninle beraber bütün mazlumları kurtaracak.  İslâm'ın atisi için benim böyle hareket etmem lâzım" dedi

 

Ashab-ı Kiram'ın hepsi kılıçlarını yarıya kadar çektiler.  "Ya Resûlallah! Olmaz bu"! Dediler.  Ömer o kadar galeyana gelmişti ki, Allah Resûlü ile şöyle muhavere etti:

-"Ya Resûlallah, Sen bize vaad etmedinmi ki, Kâbe'yi ziyaret edeceğiz "

-"Ben Allah'ın dediğinden başkasını yapmam."

-"Ya Resûlallah, sen Allah'ın peygamberi değil misin?"

-"Allah'ın Peygamberiyim.  Fakat ben Allah'ın dediğinden başka şey yapmam "

-"Ya Resulallah! Sen Allah'ın Peygamberi değil misin?"

-"Allah'ın Peygamberiyim, ama ben Allah'a isyan etmem "[2]

İşte ahde vefa örneği,

 

Kıymetli Müminler!

 

Vefa dostun dosta muhabbeti ona olan gönül bağıdır. Dostluğunu daim kılmak isteyen vefakar ve cefakar olmayı da göze almalıdır.

 

Bir defasında Habeş Hükümdarı Necaşi’nin Elçileri Hazret-i Peygamberin huzuruna gelmişti. Efendimiz sav bizzat kendisi onlara hizmet etmiş, Ashab’dan bazıları: “Ya Resulallah! Biz hizmet edelim” dediklerinde ise, şu cevabı vermişti: “Bunlar, Habeşistan’a hicret etmiş olan ashabıma yer göstermişler ve ikram etmişlerdi. Şimdi ben de bunlara hizmet etmek isterim.”

 

Habeş Kralı Necaşi’nin vefatında: “Bugün salih bir kardeş vefat etti.” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş ve gıyabi cenaze namazını kılmıştır.

 

Efendimizden bir başka vefa örneği:

 

Havle binti Tüveyt radıyallahu anhâ mü’minlerin annesi Hazreti Hatice radıyallahu anhâ’nın yakın arkadaşı… Rasûlullah sav efendimizin saygı gösterdiği, kendisi için ayağa kalktığı bir hanım sahâbî… Bazan saadetli evlerine hediye gelince: “Bunu falan hanımın evine götürün; Çünkü o, Hatice‘nin dostu idi, onu severdi,” diye emreder, rahmetli zevcesinin hakkını gözetirdi.

 

Havle binti Tüveyt (r. anhâ) Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir hanımdı. Onun imânî heyecanını bilen İki Cihan Güneşi efendimiz Havle (r. anhâ)’ya hürmet ederdi. Bilhassa Hz. Hatice (r. anhâ) annemizin vefâtından sonra zaman zaman onu ziyaret ederdi. Zevcesi Hatice’nin hâtırâsı olarak ona izzet ve ikramda bulunurdu. Resûl-i Ekrem sav efendimizin bu vefâkârlığını Hz. Aişe (r. anhâ) annemiz şöyle anlatıyor: “Birgün Havle (r. anhâ) bize geldi. Onun geldiğini gören Allah Resûlü sav ayağa kalktı. “Hoş geldin! Nasılsın?” diyerek Havle (r. anhâ)’nın hal ve hatırını sordu. Ben bunu garibsedim.

Kendi kendime; bu kadının içeri girmesiyle niçin ayağa kalktı? Buna gerek var mıydı dedim. Hemen Rasûlullah sallallahu aleyhi veselleme:

“ – Ya Rasûlallah! Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek var mıydı?” diye sordum. Bunun üzerine Rasûlullah sav şöyle buyurdu:

“Bu kadın Hatice zamanında bize ziyarete gelirdi. Onun arkadaşıydı. Güzel arkadaşlık imandandır.” diye cevap verdi.

 

Efendimiz Doğup büyüdüğü Mekkeyi, Hicret ettiğinde kendisine ve ashabına bağrını açan Medineyi, İslamın ilk Mescidi olan Kubayı, Baki Mezarlığını, Orada medfun bulunan Şehid Ashabını, İslam Tarihine iz bırakan Uhud’u, ki Onun için “Biz Uhudu severiz Uhud da bizi sever” diyerek, oraya verdiği kıymetini izhar etmiştir.

 

         Bedir Savaşı bitmiş, savaş İslamın zaferi ile sonuçlanmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz esirler hakkında ashabıyla istişâreler yapmış, onların fidye karşılığında bırakılmalarına karar verilmişti. Efendimizin damadı Ebü'l-Âs'da esirler arasındaydı. Hanımı Zeyneb'ten fidye için para istedi. O da bir miktar para ile birlikte evlenirken annesi Hz. Hatice (r.anhâ)'nın taktığı gerdanlığı gönderdi. Ebü'l-Âs kurtulmalık akçesini Rasûlullah! (s.a.)'e getirdi. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz gerdanlığı görünce tanıdı ve çok hislendi, mahzun oldu. Hüznünü anlayan Ashâb-ı Kiram: "Ya Rasûlallah! Sizi böylesine üzen nedir?" diye sordu. Efendimiz de: "Bu kolyeyi Hatice kendi eliyle Zeyneb'in boynuna takmıştı... Eğer uygun görürseniz bunu sahibini iâde edelim!" buyurdular. Hep bir ağızdan Ashâb-ı Kiram: "Hemen... Derhal Yâ Rasûlallah! Yeter ki siz üzülmeyin..." dediler.

 

Ebü'l-Âs esirlikten kurtuldu. Kolye ve parası kendisine iâde edildi. Yalnız bir şart ileri sürüldü. Mekke'ye vardığında Zeyneb'i Medine'ye gönderecekti. Zira Ayet-i Celîle gelmişti.

…  فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ

 

"Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bu (İnanmış Kadınlar) onlara helâl değildir. Onlar da bu (Kafir Erkeklere) helâl olmazlar… " (Mümtehine, 60/10)

 

Ebü'l-Âs mert ve dürüstlüğüyle tanınırdı. Verdiği sözü yerine getirirdi. Resûl-i Ekrem (s.a.)'e verdiği söz de yerine gelmeliydi. Zeyneb'ini de çok seviyordu. Ondan ayrılmak dünyanın en büyük ızdırabıydı. Müşrikler dahi ondan ayıramamıştı. Sözünde durdu ve Zeyneb'i Medine'ye gönderdi. Onun bu davranışından memnun kalan Rasûlullah (s.a.): "Ebü'l-Âs bana doğru söyledi ve sözünü tuttu." diye kendisini takdir etti. Hz. Zeynep eşinin Müslüman olması için çok dua etti. Hicretin yedinci senesinde Ebul As medineye geldi ve Müslüman oldu.

        

Peygamberimiz Hz Ali’nin dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.”

 

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz şu ayeti amcam Enes İbnu’n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (meâlen): “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler.” (Ahzâb 23).



[1] Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116)

[2] Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Salih Suruç, Yeni Asya Yayınları, Aralık 1995




2-DÜNYA HAYATI

DÜNYA HAYATI

57.20*************اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰیهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. “ (Hadid suresi 57/20. Ayet)



6.32*************وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذٖينَ يَتَّقُونَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”  (Enam suresi 32. Ayet)

 

 

29.64*************وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi! “  (Ankebut suresi 64.)

47.36*************اِنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ اُجُورَكُمْ وَلَا يَسْپَلْكُمْ اَمْوَالَكُمْ

“Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez. “  (Muhammed suresi 36. Ayet)



(34) - عَنْ أبي يَعْلَى شَدَّادِ بْن أَوْسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عن النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «الكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ ، وَعَمِلَ لِما بَعْدَ الْموْتِ ، وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَه هَوَاهَا ، وتمَنَّى عَلَى اللَّهِ الأمَانِيَّ » رَوَاهُ التِّرْمِذِي وقَالَ حديثٌ حَسَنٌ

Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Fahr-i Kâinat Efendi­miz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

“Akıllı kimse, sürekli kendi nefsini sorgulayan ve durmadan ölüm ötesi için çabalayandır. Nefsini hevâsının peşinde koşturduğu hâlde buna rağmen Allah Teâlâ’dan beklentileri olan kimseye gelince o zavallının tekidir.” Tirmizî, Kıyâmet 25.

 

(36)- عَنْ أبي سَعيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عن النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : « إنَّ الدُّنْيا حُلْوَةٌ خضِرَةٌ ، وإنَّ اللَّهَ مُسْتَخْلِفُكُمْ فِيهَا . فَيَنْظُرُ كَيْفَ تَعْمَلُونَ . فَاتَّقُوا الدُّنْيَا وَاتَّقُوا النِّسَاءَ. فَإِنَّ أَوَّلَ فِتْنَةِ بَنِي إسْرَائيِلَ كَانَتْ في النِّسَاءِ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

“Dünya tatlı, şirin ve albenilidir. Allah Teâlâ hazretleri (geçici de olsa) onu sizin kullanımınıza vermiştir; elbette ki orada nasıl davrandığınıza da bakacaktır. Öyleyse (Allah’ı unutturan çirkin yüzü itibariyle) dünyanın ve kadınların câzibesine kapılmaktan sakının! Nitekim İsrailoğullarında ilk fitne kadın yüzünden çıkmıştı.”

Müslim, Zikir 99.

 

 

(37)- عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَقُولُ : « اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى وَالتُّقَى وَالْعَفَافَ والْغِنَى » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

İbni Mes’ud radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dilerim.”  Müslim, Zikir 72.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

46) - عَنْ أبي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أنّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: « بَادِرُوا بِالأعْمَالِ الصَّالِحَةِ ، فَسَتَكُونُ فِتَنٌ كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِناً ويُمْسِي كافِراً ، وَيُمْسِي مُؤْمِناً وَيُصْبِحُ كافِراً ، يَبِيعُ دِينَه بِعَرَضٍ مِنَ الدُّنْيَا» رَوَاهُ مُسْلِمٌ .

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

Fırsat varken salih amel biriktirmeye bakın. Zira nasıl ki zifiri karanlık anlarında etraf seçilmez hâle gelir; onun gibi yakın bir gelecekte de birtakım fitneler ortaya çıkacaktır (ki ne imanla küfrü, ne de doğruyla yanlışı ayırt etmek mümkün olmayacaktır). Öyle ki mü’min bildiğiniz kişi, bir bakmışsın akşama varmadan imanından olmuş.. yine önceki akşam inandığı bir şeye sabah bir bakmışsın inanmaz hâle gelmiş!. meğer basit bir dünyalığa dinini satmış..”  Müslim, Îmân 186.

 

 

(104) - وعن عبدِ اللَّه بنِ عَمْرِو بنِ العاصِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَن رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «الدُّنْيَا مَتَاعٌ ، وَخَيْرُ مَتاعِهَا المَرْأَةُ الصَّالِحَةُ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ .

Abdullah İbni Amr İbnü’l-Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Dünya bütünüyle metâdır (bizzat kendisi değil, dünyalıklarından ötürü istenen geçici bir mülktür) ve bu dünyalıklar içinde en hayırlısı da sâliha eştir.”  Müslim, Radâ’ 64.

 

(39)- عنْ أبِي أُمَامَةَ صُدَيِّ بْنِ عَجْلانَ الْباهِلِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْطُبُ في حَجَّةِ الْودَاعِ فَقَالَ : « اتَّقُوا اللَّهَ ، وَصَلُّوا خَمْسَكُمْ ، وَصُومُوا شَهْرَكُمْ ، وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ ، وَأَطِيعُوا أُمَرَاءَكُمْ ، تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّكُمْ » رَوَاهُ التِّرْمِذِي ،

Ebû Ümâme Sudeyy b. Aclân el-Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i Vedâ hutbesi’nde şöyle buyururlarken dinledim demiştir:

“Allah’tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, zekâtınızı verin ve yöneticilerinize itaat edin! (Bunları ihmal etmeyiniz ki) Rabbinizin cennetine girebilesiniz.”  Tirmizî, Cum’a 80

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

“(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).” (Ra'd, 13/24)

 BAŞA DÖN

 

 






3- İHLAS













 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol